Tag Archives: hayat

Sebep

11 Eki

Ertesi güne uyanmak için sebep aradığınız oldu mu hiç? Ya da bahane diyelim bunlara, çünkü bir bakıma kişisel tutunma ihtiyacı değil midir bu sebeplerimiz?

Pesimist düşünce şeklinden uzaklaşsak, oldukça nötr bakabilsek hayatımıza, olan ve olamayanlara, ilk soruya cevabınız ne olurdu? Bu belki de cevabından korkulan sorular listesinin tepelerine yerleşir mi dersiniz? Aylardır düşünüyorum, kendimi ölçüyorum, çevremi izliyorum. Beni tanıyanlar olgunlaştığımı, durulduğumu, sabır katsayımın arttığını vs. düşünüyorlar, bu fikirlerini ve yorumlarını da benimle paylaşıyorlar. Bunları duymaktan mutlu muyum bilmiyorum, etkilendiğimi sanmıyorum işin aslı, ancak yine de insan kendini tartıp haklılık payı var mıdır ki diye yoklamaya geçiyor.

Hayatın birbirinden farklı ve çok çeşitli krizler hazırladığını, patlamaya hazır bomba gibi bazen kucağıma bıraktığı sürprizleri karşılamaya alıştım, kanıksadım. Ancak hala anlayamadığım noktalar var, iletişimi kapatmak gibi. Karşıdan bakınca sınırlı bir iletişim şeklinde görülen, detaya inince iletişim kanallarının tek yönlü kapatıldığını gördüğüm durumlar gibi. İnsanın bir ilişkide güvenli mesafeye çekilmesinde herhangi bir sorun görmüyorum, aksine destekliyorum ve saygı duyuyorum bunu yapabilen kişilere. Uzun vadede kendime eklemek istediğim en önemli yetenek ve davranıştan birisi bu güvenli mesafeyi koruyabilme hali. Süreklilik konusunda kronik sorunlar yaşamış olduğum için bünyede yeni sayılabilecek tutum ve davranış şekilleri dengemi sarssa da, deniyorum.

Deneylerden, yeniliklerden, güvenli alanı terk etmekten, sınırları genişletmekten korkar mısınız? Hızlıca adapte olabilen bir yapıda mısınız? Ben denemekten korkar ve uzak dururdum önceden, şimdi gerekliyse deniyorum, oluyorsa ne ala, olmuyorsa da akışa bırakıyorum mesela. Önceleri kaçınılmaz olsa bile denemekten çekinirdim, güvenli limandan çıkmak ürkütücü gelirdi, sımsıkı sarılırdım alışkanlıklarıma, bildiğim tanıdığım her şeye ve herkese. Şimdilerde görüyorum ki kimseyi o kadar da tanıyıp bilememişim. Benim becerimden mi karşı tarafın tercihinden mi yoksa doğal bir işleyiş ve akış mı bilinmez ancak durum analizi yapmaya çalıştığımda gayet de sindirilir bir hale geldi bu sonuç. Hayatımın “öyle mi ya, olabilir aslında…” dediğim evresindeyim bir süredir. Sanırım annemden beri. Kaybını sindirmeye çalışırken belki de tüm şaşıracağım tepkilerimi de yutmuşumdur araya kaynatıp. Öyle ki bir anda şehir değiştirdim, düzen bozdum, önceleri yüzüne bakmayacağım hatta yakınından geçmeyi kendime leke gibi göreceğim bir muhite taşındım, dönülmez yollardan dönerken “Şeker Kız Candy” maskesi taktım, hayatıma eski-yeni insanları tekrar aldım, işime döndüm, kariyerim için girişimlerde bulundum, saklı ve açık çeşitli kademelerde mobbing ve sindirme politikalarına maruz kaldım, mahalle değilse de komşu baskısı savuşturdum, aile içi mali krizlerden sıyrıldım. Ve hala “hmmss olabilir” modundayım.

Tek mesele; yarın uyanmak için kedilerim Pezo ve Duduş tan başka gerçek bir motivasyon kaynağı bulamayışım. Bu da onları benim tek sebebim yapıyor sanırım. Neyse ki ;))

Koridor

17 Haz

Benim gibi merak iştahı bitmeyenler için pandemi ile birlikte hayatımızın tam ortasına bağdaş kuran online eğitimler, biraz da koleksiyonerliği beslemiyor mu sizce de? Koleksiyon derken kast ettiğim sertifikalar, überuzun üniversite öğrenciliğimin son 2 senesinde bizim okula da sirayet etmişti bu “sertifika koleksiyonum olmazsa nefes alamam” hastalığı. O dönem günlük, aslında eğitim denmeyecek potansiyelde ve kapasitede, daha çok sohbet ortamıyla geçen organizasyonların sonrasında şekilli şüküllü belgeler edinmiştik. Şimdi işler değişti, koleksiyonerler arasında da ciddi rekabet var 🙂 Pandeminin küresel etkileri, şaka şaka bu konu değil ilgi alanım :)))

Peki ben neler yaptım 2020 Pandemik sürecinden önce de aslında oldukça izole bir hayatım, tükenmişlik sendromum, işsiz kalmamla beraber koynumda büyüttüğüm hırslarım ve kızgınlıklarım vardı hayata karşı. En çok da kendime, mevcut düzene sitem ederdim. Hani herkesin gezmedik sanal müze bırakmadığı, kitaplarına sarılarak uyuduğu, her yeni online eğitime yazıldığı, bir anda teknolojik kelebeklere dönüştüğü dönem var ya, benim için hiçbir şeyi tetiklemedi. Ben zaten yorgun hissettiğim için yine uyumaya, takip ettiğim programları izlemeye, içim sıkıldığı için okumamaya, yapmam gereken egzersizler yerine yemek yapmaya odaklanmış öylece devam ediyordum. Kim derdi ki 2021 de kendim için birşeyler yapmaya başlayayım!

Büyük yokluklar, cesur adımlar attırırmış insana. Kendi kendime söylediğim bir söz bu, doğruluğunu tartışmayalım. Bana tam olarak böyle oldu. Düzenim kökten değişti, evimi bambaşka bir şehre taşıdım, sadece benim yaşadığım bir ev düzeni kurdum, yıllardır isteyip cesaret edemediğim şeyleri yapmaya başladım; iki yavru kedi sahiplendim, bu sefer de evimi ve hayatımı onlara göre organize etmeye başladım. Yine yıllardır yapmam gereken ama beceremediğim, bazı denemelerimde başarısız olduğum kilo verme maceram başladı. Neye nasıl yatırım yapılmaması gerektiğini öğrendim; bakınız: borsazede 🙂 Merak ettiğim konuları araştırmaya başladım ki nasıl bir hevesle sarıldığımı görseniz gülersiniz. Geldiğim noktada, bir büyük karar daha var aldığım, ancak henüz paylaşmak istemediğim. Bunun için ekstra efor sarf etmem gerekmese de içimden geldiği gibi akmasını istediğim bir süreçteyim. Yeni eğitimler, belki koleksiyon parçası belgeler, yeni insanlar ve bağlar, içten dışa yenilenmiş bir Merve ile.

Yenilenme süreçleri belki hayvanlar aleminde gördüğümüz kabuk/deri değişimlerine benzetilebilir. En büyük ortak nokta, zamanı geldiğinde hiçbir şeyin dönüşümü durduramayacağı olabilir. Bu öyle bir macera ki, bir hayatınızı bir labirentin koridorlarında sürdürdüğünüzü düşünün, girdiğiniz her koridorda başka kapılarla karşılaştığınızı… Girdiğiniz koridordan geri adım atarak çıkmanın zorluğunu, sadece ileri gidebildiğinizi… Ben bu koridorlarda ilerlemeye çalışırken çokça düştüm, dizlerimi yaraladım, bazı koridorlarda kendimden parçalar da bıraktım. Ama şunu görüyorum ki her koridor bambaşka şeyler de öğretti bana, benimle, düzenle, aslında hiç tanık olmadığım hayatla ilgili yoğunlaştırılmış bir programa tabii tutuldum. Umutlar besleyerek, beklentilerle girdiğim koridorlarda kimi zaman elim boş ilerlemek zorunda kaldım, beklentilerimin kırıntısıyla bile karşılaşamadığım oldu. Nihayetinde yürümeye, kapıları açmak için hamle yapmaya, tekrar tekrar etrafımdakileri taramaya devam ediyorum. Çıkışa doğru ilerlerken neyi neden yaptığımı, neyin benim için iyi olacağını, neyi daha çok istediğimi anlamaya çalışıyorum. Doğrular ve yanlışları odağımdan çektim bir süredir, çünkü doğrular da yanlışlar da zamana veya mekana bağlı olabiliyor. Daha iyiye, en önemlisi de daha kendime yolculuğum devam edecek. Belki bir koridorda karşılaşırız da karşılıklı kahvelerimizi yudumlarız kim bilir…

Tuluyhan Uğurlu’nun notalarıyla İstanbul

14 Eki

Ekim ayı fena geçmiyor evet, maşallah 🙂 Geçtiğimiz Cuma gecesi Tuluyhan Uğurlu ile Piyano Başında İstanbul Sohbetleri temalı bir dinletiye gittim.

100_1878

Kendisini ilk kez canlı olarak dinledim. Harika çocuk olarak seçilişinden, İstanbul Kanatlarımın Altında film müzikleri için Love Story nin notalarını ayna aksiyle besteleyişinden, babasının vefat ettiği gün konserine çıkıp konserini babasına adayışından, İstanbul Dünya Kültür Başkenti projesinde bestesinin kullanıldığından  haberdardım evet; ancak karşımda böyle yumuşak tonlu, bizimle sohbet etmek isteyen, heyecanını ve samimi duygularını rahatlıkla paylaşabilecek bir piyanist beklemiyordum karşımda.

100_1872

Şaşkınlığım hızla hayranlığa bıraktı yerini. Müziği çok severim, ancak beste yapan müzisyenlere ve sanatçılara başka türlü bir saygı ve hayranlık duyarım. Görmek, yorumlamak ve aktarmak meselesi biz normal insanların yapamadığı şeyler.

100_1873

Öyle ki Venüs ün balkonundan İstanbul’u seyreden biri neler görebilir hadi notalara dökelim bunu dediğinde ağzım da dimağım da açık kaldı! Ne dedi ne dedi diye isyan ederken gayet Venüs’ün ışık olduğundan, yolunu kaybedenler için rehberlik ettiğinden falan bahsetmeye başladı ki bu tip zihinlerin nasıl şekillendiğine dair kırıntı kadar bir tahminde ya da hayal de buldum kendimi.

100_1884

Mimar Sinan’a olan saygısı ve benimseyişi çok şıktı, yarı politik yorumları beni yine şaşırttı çünkü Büyükşehir Belediyesi çatısı altında bu tip açıklamalar beklemezdim, çok hoşuma gitti. Viyana’dan, İstanbul’dan geceli gündüzlü telaşeden, Ayasofya’dan, tarihten, dünden bugünden gelecekten, hayata bakışından, beste yapmak isteyen bir sanat sevdalısının nasıl yol izlemesi gerektiğine kadar birçok çeşitli konudan bahsetti. 

Daha önce Da Vinci için ürkütücü deha demiştim ancak bu gece anladım ki bana ürkütücü gelen şeyin ta kendisi deha! Piyanonun tuşlarına vururken kendini kaptırması, beni ürküten tonlamalarıyla sesiyle eşlik edişi, piyanoya doğru gidip gelişleri, ayağa kalkıp oturup uzanıp sanki parmakları esir olmuş da parça bitmeden kurtulamazmış gibi notaların içinde çırpınması çok etkiledi beni.

100_1880

Hayatın anlamına varabilmiş çok az insan birşeyler üreterek var olabileceklerinin farkında. Herkes kendi gücünde, vizyonunda birşeyler katmaya çalışıyor, son zamanlarda bunları rahatlıkla paylaşabildikleri için haberdarız. Ancak müzik gibi aslında soyut kavramlarda yaşayarak elle tutulur ya da kulakla duyulur hale getirilebilecek minicik parçalar oluşturan insanlara kocaman kocaman hayranlık duyuyorum 😉

Başka bir gezegende yaşamadığınızın farkındayım, aynı havayı teneffüs edip aynı elmayı, zamanı tüketiyoruz. Ve fakat görme yeteneğinizin ne denli gelişmiş olduğu belirsiz, ölçülemez…Belki bu tip konserlerde, paylaşımlarda minik minik hissedilebilir.

NOT: youtube’a kendi çektiğim 2 dakikalık videoyu yüklemek 1 saat sürdüğünden fenalık geçiriyorum ve bu konserde video kaydı almadım. Zaten ruh halim karmakarışık oldu 10 poz fotoyu ancak çekebildim keyiften 🙂  Videolar youtube aramasıyla eklenmiştir bilginize 😉