Van Gogh la ilgili ne biliyorum? Sarıların adamı olduğunu, şizofren haller içinde 10 yıllık sanat hayatında 800den fazla eser bıraktığını, kendi kulağını kestiğini…Çeşitli rivayetler, hikayeler ya da yakıştırmalar diyelim.
Dün geceye kadar kardeşi Theo ile ilişkilerine, hayata bakışına, resmetme telaşına, aşkına, kenara atılmışlığın asiliğine dair bi’ fikrim yoktu.
Hakan Gerçek ve Emre Can Karayel in “Van Gogh’tan Theo’ya Melodilerle Mektuplar” projesiyle o depresif, karanlık, net, sapsarı dünyanın kırıntısına bakma fırsatım oldu.
Seçme mektupları seslendiren Hakan Gerçek öyle coşkuluydu ki vurgularına kapılmamak elde değildi. Emre Can için söylenecek çok şey var lakin salon piyanodan yükselen büyüye kapılmışken arka sıradaki seyircilerden birisinin “Fazıl Say gibi çalıyo” yorumu gülümsetti beni 🙂 Sanıyorum piyanoyla dertleşen halinden etkilenmiş olmalı.
Her sanatçının farklı bir duruşu, ilişkisi var bence çaldıkları enstrümanlarla.Tuluyhan Uğurlu’yu dinlerken piyano tuşlarına esir bi adam görürken Emre Can Karayel’de tamamen bir dertleşme hali söz konusuydu.O eğilmeler, yaklaşmalar sanki tuşlara kulağını yaklaştırıp efendim tatlım der gibi bi’ his bırakıyor bende.
İki kardeşin mezarları kapanış görseli oldu…
1 saat süren -ki bana kısacık geldi- Vincent’in kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplardan seçilmiş kısımları Hakan Gerçek okudu, fonda Van Gogh tablolarından seçmeler gördük ve mektup aralarında melodiler sarıp sarmaladı salonu. Ses farklı etkilere sahip bir enerji, mektuplar okunurken yükselen coşku, yüzünüze çarpan kelimeler sizi sarsarken müzik alıp bambaşka bir yerlere atıveriyor. Mektupları yeniden dinliyoruz ama notalarla, kimi zaman sert kimi zaman yumuşacık vuruşlarla…
Yalnızlıklar içinde kalmış bu adam resmetmeyi nefes almak gibi görmüş, yemiş içmiş sevişmiş resimler yapmış… Renklerle oynamış, gördüğü her kareyi aktarmak için tutuşmuş. Acelesi var gibi, hiçbir şeyi kaçırmak istemez gibi…
İşte odası, basit bir yatak, ayna, tablolar, mor menekşe kapısı,lavabosu, askısı, iki sandalyesiyle…
kendini yakın hissettiği arkadaşı Paul Gauguin’i (Gogen) evinde misafir eder, ancak bir anlaşmazlıkla son bulan gecenin ertesinde Gauguin evden ayrılıp bir otele yerleşir… Sebep olarak da uyurken odasına Vincent’ın elinde bir bıçakla dikildiğini bakıp bakıp gittiğini ve korktuğunu söyler. O gece Vincent Van Gogh kendi kulağını kesip, bir fahişeye zarflamıştır…Ancak bunları hatırlamaz, Gogen’in gidişine çok üzülür, O’ndan özür dilemek için kulağı sargılı bir portresini çizer ve yollar…
Bazı kaynaklarda sadece kulak memesini kestiği belirtilmiş…
Geldik en sevdiğim, en geniş anlatılan, en güzel giriş olduğunu düşündüren Patates Yiyen Çiftçiler’e…
Her bir ayrıntı, her oluş, her diziliş o kadar güzel anlatılmış ki; etkilenmemek elde değildi…
Hakan Gerçek’in sesine,
Emre Can Karayel’in melodilerine,
Vincent’ın ruhuna iyi ki varolmuşsunuz demeli…