Bazı geceler var, uyumaya niyetlenip gidiyorsun yatağına. Uyku öncesi rutinlerini yapıyorsun, ışıkları kapatıp uzandığında, seni uykundan da o dakikaya kadar dik tuttuğun kuyruğunu da indirtecek her şey bir anda hücum ediyor aklına. Tüm günü o kara bulutları savmak için yemişsin ya, nafile. Tutulmuyor, durdurulmuyor, engel tanımıyor acziyetler. Belki geç kalınmışlıklar, söylenmemişler, nihayetinde birikenler.
Şimdi şu saatte, alışmaya çalıştığım, kararımın doğruluğunu hala sorguladığım bulutları değişken şehirde, gözlerim ağlamaktan şişmiş halde içimi dökmeye geldim. Neye faydası olur, yatak soğumadan uykumu getirir mi bilinmez ya, en azından denemek istedim. Ne kadar zorlandığımı anlatacak kelime, yansıtacak örnek bulamaz haldeyim. Burnum dik durmasa da olur lakin kafamı iki elimin arasından çıkarmaya çalışmaktan yoruldum. Çünkü koca ve taşlaşmış bir kafayı taşımak, her koşulda zor. Olduramadıklarımla sindiremediklerim arasındayım son günlerde. Anlamsız gelse de bir hastayı iyileştirme görevi biçmişim kendime, olduramadım. En yakınım bildiğimin beni oyuna getireceğine ihtimal vermediğim kısmı da sindiremediklerim sınıfından. Hayatımın şu dip yapmış döneminde, kaosun rüzgarında savrulmamak için böylesine deli gibi çırpınırken yapılan saygısızlığı, ikiyüzlülüğü anlamak bile olağandışı geliyor. Nihayetinde bir avuç insanım var şu dünyada, içimi açıp, sırtımı dönebileceğim, varlığımı paylaşabileceğim. İster istemez düşünüyorum, kişinin kendisi nerede başlayıp biter? Gerçek yüzümüz hangi durumlarda görünür? İnsan önce varlığını doldurmak için yaşamaz mı? Başkalarıyla yarışmak aslında kendimizden kaçmak mı? Bu çoğu yersiz sorulara takılırken vardığım sonuç her seferinde, herkesin kendi tercihi minvalinde olsa da, bozuk plak gibi, tetikleyicilere vurduğu an yeniden sarıyor.
Çürük elma taşıyor gibi hissediyorum bazen, boğazıma takılmış, oradan inememiş ve çürümüş. Kronikleşmiş, kemikleşmiş gibi…Yutkunamıyorum bazen, şakaya vurmak için de sindiremediklerimdendir diye kendimce espri yapıyorum. İnsanın kendi kendine espri yapması kadar feci, çok az şey vardır!
Hastalık belası olmasa bu kadar kolay kararmazdım belki, insan yürürken bile uzaklaşma motivasyonuyla adım atıyor. Özledim yollarda olmayı, yeni bir yer görme heyecanını, tanımadığın sokaklarda aval aval gezmeyi. Hoş taşındığım yer de benim için yeni ve yabancı, ama o tadı, keyfi almak zor artık burada.
İyi ki dediğim hiç mi bir şey yok şu sefil hayatımda? Var elbet, en azından denemekten geri durmadığım bir online giyim butiği girişimi (mercanxlbutik), yine online bir ‘hobilerimi gördünüz mü‘ girişimi (esereklidükkan), en yenisi de İstanbul’dan taşınmadan önce merakla öğrendiğim punch nakışı ile dolacak bir konsept girişim (overdosepunch) . Bunlar o kadar basit, temel düzeyde hamleler olmalarına rağmen sosyal medyada mesai yaptırıyorlar. Gün sonunda göz ve baş ağrısı garantili mesailer. Yorulup uykuya tek gözü kapalı gitmeyi amaçlayan bendeniz için gayet uygun aktiviteler oldular. Şu karantina dönemlerinde fena oyalanma taktiği değil gibi, ne dersiniz? Yoksa siz hala puzzle, sanal müze modunda mısınız? 🙂